DİLSİZ

NEDEN YAZDIK?

dilsizbgHer şey hat sanatı ile ilgili belgesel film yapma niyetiyle başladı. Kolay altından kalkabileceğimiz bir süreç gibi düşünmüştük. Ne var ki öyle olmadı. Bunun üzerine hem hat sanatına bizzat nüfuz edebilmek hem de belgesel film düşüncesini diri tutabilmek maksadıyla hat meşkine başladık. Kıymetli hocamız Hattat Cavide Pala’nın dizinin dibinde hat sanatının zahiri ve batıni deryasına dalmaya çabaladık. Öyle bir derya ki yüzyıllara yayılan nadide kültürün hikâyesi gelip tek “nokta”nın içinde mana kazanabiliyordu; bu “nokta” hem edebiyatı/şiiri, hem mimariyi, hem de mûsikîyi içinde barındırıyordu. Evet, kültürün bütün hususiyetleri hat sanatında tevhidî bir cezbeye bürünüyordu. Hayret duygumuz arttı. Hat ile ilgili ulaşabildiğimiz bütün kaynakları okumuş, alanın önde gelen isimleriyle görüşmüştük. Nihayetinde çalışmalarımız bizi belgeselden ziyade kurmaca bir anlatıya yönlendirdi. Hat sanatının yüzyıllara yayılan birikimini referans alarak günümüzde geçen bir hikâye üzerine odaklandık. Klâsik birikimi diri tutmaya çalışan usta ile hafızasında yolculuğa çıkmak isteyen çırağın hikâyesi… Aşağı yukarı bir yıla yayılan yazma sürecinde bir yandan meşk sürecimizdeki tecrübelerimizi filme dâhil ettik bir yandan da hesabını verebileceğimiz bir film yapma düşüncesini sürekli zihnimizde tuttuk. Bu çalışmanın büyük, müstakil, mümbit bir alana sahip hat sanatına mütevazi bir değini olacağını umuyoruz. “Güzel yazı yazmak ve halk arasında mertebe ve paye ile muhkem olmak istersen üç şey intihap et ona dayan, çünkü bu üç şey sevimli yazının güzelliğine yardım eder. Üçten birisi mürekkep, birisi sağlam kâğıt, üçüncüsü kamış kalemdir. Bu üçü bir araya gelirse bunların sayesinde gözler aydınlanır insan mesrur olur. Mamafih bu üç şey elde edilmekle beraber bir de üstad lazımdır ki ana yazının yani harflerin şahıslarını göstersin ve onları sana tanıtmaya yardım etsin, çünkü üstad edinmeyerek kendi aklı ile iş görmek akıl azlığından, delilikten ileri gelir” (Nefeszade İbrahim, Gülzar-ı Savab).

 

 

SİNOPSİS

 

Küçük bir çatı katında hayatını yalnız sürdüren Sami maişetini duvar ressamlığı ile sağlamaktadır. Bir gün onu çok seven babaannesinin vefatını ve kendisine bir sandığı miras olarak bıraktığını öğrenir. Sandıkta hat sanatıyla ilgili malzemeler vardır. Sami ilk başta sandıktaki malzemeleri pek umursamaz; hatta bu malzemelerden kurtulmayı bile düşünür. Fakat duvar resmi için gittiği bir kütüphanede tanıştığı Selma, onun için bir dönüm noktası olacaktır. Selma eskiden hat sanatıyla ilgilenmiş, İstanbul hanımefendisi tavırlarıyla dikkat çeken alımlı ve oturaklı bir kadındır. Sami, Selma’nın yönlendirmesiyle hat meşkine adım atar. Bir yandan da hat sanatının hâlihazırdaki durumundan hazzetmeyen, bir süredir öğrenci kabul etmeyen, eski kuşak, yetenekli ve zor bir hattat olan Eşref Efendi tarafından aşka yönlendirilir. Selma ve Eşref Efendi arasında sıkışan Sami için meşk, hafızasıyla yüzleştiği zorlu bir serüvene dönüşecek ve esaslı bir soruyu gündeme getirecektir: Aşk olmadan meşk olmaz mı?