PEYAMİ ÇELİKCAN RÖPORTAJI
TÜRKİYE’DE BELGESEL SİNEMANIN DÜNÜ, BUGÜNÜ VE YARINI:
BELGESEL SİNEMANIN TARİHSEL GELİŞİMİ, FİNANSMAN SORUNU VE YAPIM SÜREÇLERİ ÜZERİNE
[PROF. DR. PEYAMİ ÇELİKCAN RÖPORTAJI]
***
Prof. Dr. Peyami Çelikcan, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümünden 1986 yılında mezun oldu. 1987 yılında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. 1988 yılında YÖK Başkanlığı Yurtdışı Lisansüstü Eğitim Bursu ile Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti ve 1990 yılında İletişim Sanatları alanında University of West Florida’dan yüksek lisans derecesini aldı. 1994 yılında ise 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Görüntü Sanatları programını tamamlayarak doktora unvanını kazandı. Sinema-televizyon, popüler kültür, popüler müzik, müzik videoları, belgesel sinema, tematik medya, kültür tarihi, demiryolu tarihi alanlarında akademik çalışmalarını sürdüren Çelikcan, belgesel yönetmeni ve metin yazarı olarak çok sayıda belgesel film çekmiştir. İstanbul Şehir Üniversitesi İletişim Fakültesi dekanı olarak çalışmalarına devam etmektedir (Kaynak: İstanbul Şehir Üniversitesi).
***
Türkiye’de belgesel film üretiminin hem niceliksel hem de niteliksel olarak neden hâlâ belirli bir seviyeye ulaşamadığı sorusu gündemimizi sık sık meşgul ediyor. Dünyanın farklı coğrafyalarında belgesel film yapımına sağlanan ciddi derecedeki destekleri ve bugün halihazırda gelinen seviyeyi dikkate alacak olduğumuzda, Türkiye’deki belgesel sinema sektörünün bu problemle yüzleşiyor olmasının temel sebebi sizce ne olabilir?
Belgesel sinema, sinemanın biraz öksüz evladı gibidir aslında. Kurmaca sinema geniş kitleleri eğlendiren, serbest zaman etkinliklerinde önemli yer tutan çok popüler bir araç olduğu için destekler de genellikle kurmaca film projeleri üzerinde yoğunlaşıyor. Dolayısıyla, kamusal ya da özel herhangi bir kurum, sinemaya destek olmak istediği zaman bu desteği kurmaca sinemaya vermeyi tercih ediyor. Devlet kurumlarında da çok uzun yıllar bu anlayış egemen oldu. Tabi zaman içerisinde belgesel sinemanın önemi, farklılığı ve yine izleyenler üzerindeki etkisi keşfedildikçe kimi kurumlar sınırlı da olsa belgesel yapımına kaynak ayırma ihtiyacı duymaya başladı. TC Kültür ve Turizm Bakanlığı da bu kapsamda değerlendirilebilir. Çünkü ilk destekler hep kurmaca film projelerine veriliyordu. Zamanla belgesel film projeleri de bu kapsama dahil edilmeye başlandı. Son zamanlarda amatör ya da profesyonel belgesel film yapımlarına önemli miktarlarda fon ayrıldığını görüyoruz. Tabi yine kurmaca ile karşılaştırdığımız zaman, bu desteklerin çok daha düşük oranlarda olduğunun altını çizmekte fayda var.
Belgesel sinema kâr getiren bir tür olmadığı ve bunun karşısında, kurmaca sinema gelir getirici bir içeriğe sahip olduğu için ister istemez ilk tercih sebebi oluyor. Belgesel, daha çok toplumsal sorunları ele alan, odağında toplumsal hayatımız ve buna ilişkin meseleler olan ve dolayısıyla bu minvaldeki konuları tartışmaya açan bir sinema türüdür. Satılan bir içerik olmaktan öte toplumsal faydayı esas alan, dolayısıyla üretmiş olduğu içerikle insanları içinde yaşamakta olduğumuz hayatın değişik veçheleri üzerinde düşünmeye, sorgulamaya ve tavır almaya yönelten bir işlevi var. Bu da günümüz koşulları içerisinde pazar bulamayan bir ürün olarak ortaya çıkıyor maalesef. Ancak özel gösterimler, festivaller ve kimi televizyon kanalları üzerinden izleyiciye ulaşmak mümkün olabiliyor. Dolayısıyla, belgesel yapım işi çok zor diyebiliriz. Çünkü hem filmi hayata geçirebilecek maddi desteği bulabilmek büyük bir sorun hem de daha sonrasında üretilen içerikten bir gelir elde etme imkânı oldukça sınırlı.
Sponsorluk organizasyonları da yine daha çok kurmaca filmler üzerinde odaklanıyor. Çünkü az önce de belirttiğimiz üzere, seyirlik yönü ağır basan kurmaca filmler daha geniş kitlelere ulaşıyor. Bu sebeple, belgesel yapımlarına sponsor olmak konusunda özel firmalar da çok istekli davranmıyorlar. Ancak hassasiyetleri ve duyarlılıkları fazlaca olan özellikle birtakım kurumlar, kendi alanlarıyla ilgili çeşitli yapımlara destek olabiliyorlar ki bu da çok sınırlı kalıyor. Bu durum, belgesel sinemaya karşı bir ilgi noksanlığı da yaratıyor diyebiliriz. Örneğin, Sinema ve Televizyon bölümü öğrencileri içerisinde de belgesel film üretme arzusunda olan öğrenci oranı bir hayli düşük kalıyor. Çünkü diğer tarafta kurmaca film sahası çok parlak ve popüler gözüküyor. Bununla birlikte, belgeselin de bir sinema türü olduğunu, ya da diğer bir deyişle, filmsel bir anlatım türü olduğunu biz ders programlarımızda bile yeterince yansıtamıyoruz. Birçok Sinema ve Televizyon programında belgesel sinema konusu oldukça az yer tutuyor. Halbuki derslerin çeşitlendirilmesi ve bu alanın da öğrencilere öğretilmesi gerekiyor.
Sinema ve Televizyon programlarından bahis açmışken, üniversitelerin belgesel sinemanın Türkiye’deki tarihsel anlamdaki gelişim sürecine ne gibi katkıları olmuştur?
Türkiye’de belgesel sinemanın gelişiminde ve kurumsallaşmasında üniversitelerin çok önemli bir yeri olduğunu görüyoruz. Kurmaca dışı alanda daha çok haber ve propaganda filmleri odağında işler ortaya çıkaran Ordu Foto Film Merkezi dışında, aslında bizim düzenli olarak belgesel film üreten ilk birimimiz, İngiliz Belgesel Okulu’nun Türkiye’deki karşılığı olarak sayılabilecek İstanbul Üniversitesi Film Merkezi’dir. Bu Film Merkezi’nde daha çok arkeolojik filmler üreten bir ekip faaliyet gösteriyor. 1950’li yıllardan itibaren Anadolu’daki uygarlıkları tanıtan çok sayıda film yapılıyor. İşte bu belgesel filmler doğrudan üniversite tarafından fonlanan filmler olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, belli bir tema çerçevesinde düzenli olarak film üreten ilk birim olarak İstanbul Üniversitesi Film Merkezi tarihimizde çok önemli bir yer tutuyor.
O günün koşulları altında ancak üniversite desteğiyle filmler üretilebiliyor ki bu filmler yurt dışında da ilgi gören filmler haline geliyor. Mazhar Şevket İpşiroğlu ve Sabahattin Eyüboğlu’nun çektiği Hitit Güneşi (1956) adlı belgesel filmle başlayan ve Anadolu’nun farklı bölgelerindeki eski uygarlıkları ele alan filmler yurt dışında da belli bir izleyici kitlesine erişme imkânı bulunuyor.
Sonra bu ilgi Ankara Üniversitesi’nde devam ediyor. Özellikle 1970’li yıllarda çeşitli yapımlar gerçekleştiriliyor. Belgesel sinemanın ustalarından Süha Arın ve Güner Sarıoğlu, öğrencilerle ve hocalarla birlikte el ele vererek belgeseller üretiyorlar. Yine Ankara Üniversitesi örneğinde de gördüğümüz üzere, belgesel sinemamızın gelişim sürecinde üniversiteler finansman sağlayan ana kurumların başında geliyor.
Peki kamu kuruluşları ve üniversiteler dışında Türkiye’de belgesel film üretimine maddi anlamda destek sağalayan herhangi bir özel kurum veya kuruluş var mıdır? Varsa bu kurum veya kuruluşların belgesel film sektörümüze ne gibi katkıları olmuştur?
Olmaz mı? 1960’lı yıllarda finans sağlayan kurumlar arasında bankalar önemli bir yer tutuyor. Bankaların iki türlü etkisinden söz edebiliriz. Bunlardan ilki, bazı belgesel çalışmalarına doğrudan sponsor olunması yoluna gidilmesidir. Bir ikincisi ise, ticari sinema salonları dışında, bankalar tarafından kamusal amaçlı birtakım salonların açılması. Dolayısıyla bankaların açmış oldukları bu salonlarda ticari olmayan belgesel yapımlar ki bunların bir kısmı yine bankaların sponsorluğunda çekiliyordu, eğitim filmleri ve kurmaca dışında kalan diğer türlerdeki filmler gösterim imkânı buluyor. Bunun çok önemli bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz.
Daha sonraki yıllarda televizyonun Türkiye’de yaygınlaşmaya başladığı dönem, yerli belgesel sinemamızın teşekkül ve tekâmül süreçlerine tesir etmiş midir? Ayrıca, televizyonla birlikte belgesel film yapım alanında ortaya çıkan avantaj veya dezavantajlar neler olabilir?
Televizyon yayınlarının başlaması ve yayınların başlamasından sonra televizyon izleyicisinin önce yabancı yapımlar üzerinden belgesel sinemayla giderek daha yakın ilişki kurması, bu ilişkinin yoğunlaşması, çok hayranlıkla izlenen birtakım belgesellerin toplum üzerinde etki oluştuması ve yayıncılığın giderek gelişmesi, içinde belgesel sinema biriminin oluştuğu TRT’de yeni bir yönetmen kuşağının yetişerek ulusal belgeseller üretmeye başlaması, belgeselin Türkiye’deki gelişimine olağanüstü bir ivme kazandırmıştır. Bunun sonuçlarını da aslında biz 1980’li yıllar boyunca görüyoruz. Şimdi TRT’de belgesel üretmenin çok önemli iki avantajı bulunuyor. Aynı zamanda bu iki avantaj, iki önemli sorunu da çözmüş oluyor. Bunlardan ilki kamusal kaynaklar aracılığıyla finansman sağlanmaya başlanması; ikincisi ise, üretilen belgesellerin televizyonda gösterim imkânı bulmasıdır. Dolayısıyla bugünkü gibi olmayan, tek kanallı veya kamusal televizyonların varlığını sürdürdüğü birkaç kanallı bir ortamda, TRT yönetmenlerinin çekmiş oldukları belgeseller hem finansman sorununu aşıyorlar hem de geniş bir izleyici kitlesi ile buluşabiliyorlar. Ulusal belgesel sinemanın ortaya çıkması ile birlikte de Türk seyircisiyle çok güçlü bir etkileşim kurulmuş oluyor. Bu bakımdan, televizyonun yaygınlaşması dünyada olduğu gibi Türkiye’de de belgesel sinemanın gelişiminde çok önemli bir rol oynuyor. Türkiye’de 1970’li yılların sonuna kadar hem finansman hem de gösterim süreçleri açısından çok kısıtlı imkânlara sahip olan belgesel sinema, televizyonun yaygınlaşması ile birlikte rahat bir nefes alıyor denilebilir. Bu süreçle birlikte, seri bir belgesel üretim ağı da oluşmaya başlıyor. Bu çalışmaları “televizyon belgeselleri” olarak kategorize ediyoruz.
Sonrasında tabi özel yayın kuruluşları da devreye girmeye başlıyor. TRT ile karşılaştıracak olduğumuzda özel yayın kuruluşlarının belgesel film üretimine karşı tutumları ne yönde olmuştur?
TRT’ye karşın bu özel yayın kuruluşları içerisinde belgesel sinema kendisine çok fazla yer bulamıyor. Buradaki temel sebebin ortaya çıkan özel yayın organlarının daha çok kitlesel eğlence araçları odağında bir yayıncılık anlayışı üzerine kurulmuş olması olduğunu söyleyebiliriz. Ancak 1990’lı yıllların, kimi kanallarda özellikle Türkiye tarihinde değişik dönemlere ilişkin birtakım politik belgesellerin yaygınlaştığı, bilhassa “gazeteci belgeselleri”nin ortaya çıkmaya başladığı bir dönem olduğunu belirtebiliriz.
80’li yıllarda başlayıp 90’lı yıllarda giderek güçlenen serbest piyasa ekonomisi ve küresel ekonomik sisteme entegre olma çabaları ile birlikte, Türkiye’de, özel yatırımlar çok güçlenmeye, küresel ortaklıklarla birtakım büyük firma ve markalar oluşmaya başlıyor. Bu kuruluşların belgesel film sektörümüze herhangi bir katkısından söz edebilir miyiz?
Bu firma ve markaların çeşitli sosyal sorumluluk projeleri için ve marka kimliklerini konumlandırma gibi birtakım arayışlar içerisinde zaman zaman belgesel sinemadan yararlandıklarını görüyoruz. Mesela bazı önemli belgesel projelerine bu yerel küresel markalar sponsor olmaya başlıyorlar. Belgesel projelerine destek anlamında yeni bir seçenek de bu vesileyle oluşmuş oluyor.
Örneğin, Süha Arın ve Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun önemli birlikteliğinden bahsedebiliriz. Belgesel tarihimizde çok önemli bir yere sahip olan Süha Arın’ın bu önemli yeri kazanmasında Turing ve Otomobil Kurumu’nun sponsorluğunu yaptığı filmlerin çok önemi var. Süha Arın, yurt dışında yetişmiş çok yetenekli bir belgeselciydi fakat belgesel yapabilmek için de güçlü bir desteğe ihtiyacı vardı. İşte bu desteği ilk başta üniversitelerden sağladı. Ancak düşündüğü çaptaki projeleri hayata geçirmek konusunda daha güçlü ve düzenli bir desteğe ihtiyaç duyuyordu. Bu noktada Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu devreye girdi. Mesela, Kula’da Üç Gün (1983) belgeseli neredeyse kurmaca bir filmin prodüksiyonuna benzer imkânlarla çekilmiştir. Bir başka güçlü örnek, deyim yerindeyse bir yörenin kaderini değiştirmiş olan Safranbolu’da Zaman (1977) belgeselidir. Belgeselin ardından Safranbolu bir anda Türkiye’nin ve dünyanın cazibe merkezi haline gelmiştir. Öyle ki Safranbolu’ya yönelen bu ilgi, bölgenin geleneksel mimarisinin korunabilmesinde de büyük bir rol oynamıştır.
Belgesel film sektörümüzde Kültür Bakanlığı’nın oynadığı role tekrar dönecek olursak, 90’lı yıllarla birlikte belgesel sinemaya karşı yaklaşımda ve bu sektöre ayrılan bütçelerde herhangi bir değişimden bahsedebilir miyiz?
1990’lı ve özellikle 2000’li yıllarla birlikte, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Sinema Destekleme Kurulu fonu çok önemli bir finans kaynağı olmaya başlıyor. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, hem amatör hem profesyonel belgesel film projelerine destek sağlanıyor. Ama bunun dışında Kültür Bakanlığı’nın 60’lı yıllardan itibaren ürettirdiği birtakım belgeseller de söz konusu. İçeriği Kültür Bakanlığı tarafından belirlenen belgesel film projelerinin bütün yapım masrafları yine Bakanlık tarafından karşılanıyor. Bu belgesellerin üretim süreçlerinde yine üniversitelerin üstlendiği rol önemli. Çekimleri genellikle üniversite kadro ve birimleri veya birtakım özel film şirketleri üstleniyor. Mesela, benim ilk belgesel çalışmalarımdan bir tanesini biz bu projeler çatısı altında hayata geçirmiştik. Kültür Bakanlığı’nın sağladığı fonla tarihsel anlamda önemli görülen kentlerin yer aldığı “İller” projesi kapsamında, 1987 yılında Antalya belgeselini 35 mm film olarak çektik. Projenin yapımını Gazi Üniversitesi üstlenmişti. Belgesel sinema alanında ilk projem olan bu filmde ben yapımcı olarak görev almıştım. Kültür Bakanlığı tarafından çektirilen buna benzer birçok belgesel Bakanlık arşivlerinde yer alıyor. Dolayısıyla, “İller”, “Geleneksel Sanatlar” gibi seriler halinde çekilen, kültürel değerlerimizi korumak ve kayıt altına almak amacıyla gerçekleştirilen bu projeler de Kültür Bakanlığı’nın bir diğer destek alanı olarak karşımıza çıkıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Film – Radyo ve Televizyonla Eğitim Merkezi” (FRTEM) olarak adlandırılan bir birimi vardı Ankara’da. Bu birim de yine kurmaca dışı filmler üretimi konusunda çalışan bir mekanizma olarak işlev görüyordu. FRTEM’in temel amacı görsel eğitim materyalleri hazırlamaktı. Yörelerimiz, geleneklerimiz ve geleneksel el sanatlarımız gibi eğitim amaçlı, okullarda kullanılmak üzere belgesel filmler çeken FRTEM kadrosu, biyoloji, coğrafya ve tarih gibi farklı alanlarda da birçok eserden oluşan geniş bir arşiv oluşturmuştu. Çok iyi 35 mm kameraları, laboratuvarları ve montaj setleri vardı. Hatta biz Antalya belgeselini bu stüdyolarda kurgulamıştık.
Tabi bütün bu süreçleri destekleyen unsurları da göz önünde bulundurmak lazım: uluslararası düzeyde film çekim tekniklerinin değişmesi, formatların değişmesi, teknolojik gelişmelerle birlikte 16 mm ve 35 mm film formatlarının yaygınlaşması…
16 mm ve 35 mm film formatlarının geliştirilmesi, akabinde video ve dijital sinema teknolojilerinin ortaya çıkması ve bu yeni formatların zaman içerisinde Türkiye’de de yaygınlık kazanması belgesel film üretim süreçlerinde ne yönde etkiler yaratmıştır?
16 mm kamera ve 16 mm projektörler film yapım işini daha geniş kesimlere yayan, egemen endüstriyel oluşum dışında da film üretmeye imkân tanıyan gelişmeler olarak ortaya çıkıyor. Bu bakımdan, 16 mm film kullanılarak daha ucuz maliyetlerle çeşitli belgesel filmler üretebilme şansı bulunuyor. Birtakım bankaların ve kamu kuruluşlarının açmış oldukları ticari olmayan salonlarda da bu belgesellerin gösterimi mümkün oluyor. Ayrıca, bu süreçte bazı kamu kurumlarının konferans ve diğer amaçlarla kullandıkları yerlerde de ticari amaçlı olmayan belgesel filmler gösterilmeye başlanıyor ve bu da belgesel film sektörü için yeni bir alan açıyor diyebiliriz.
Televizyonla birlikte zaman içerisinde filmden artık videoya ve sonrasında da dijitale geçilmiştir. Her teknolojik gelişim belgesel yapım süreçlerini daha ucuzlaştırıyor, daha kolaylaştırıyor ve daha yaygınlaştırıyor aslında. Şimdi, filmden videoya geçiş çok önemli bir yere sahip. Çünkü 16 mm de olsa film hâlâ pahalı, hâlâ bir uzmanlık gerektiriyor ve yapım süreçlerini zorlaştırıyor. Videoya geçtikçe bu zorluklar aşılmaya başlandı ve belgesel yapımı ucuzlaştı. Bir tarafta ciddi titizlik ve çok uzmanlık gerektiren film yapımı varken, bir tarafta çekilen görüntünün anında izlenebilmesine ve varsa yapılan hataların telafisine imkân sağlayan, tekniğe çok iyi hâkim olunmadığı takdirde de çekimi yapılabilecek video teknolojisi var. Belgesel yapımında filmden videoya geçiş, bu alanda uzman olmasına gerek olmayan, az çok deneyim sahibi daha geniş kesimlerin de belgesel yapmasına olanak sağladı. Bu hâl, 2000’li yıllardan itibaren dijitalleşme süreci ile birlikte çok daha yaygınlık kazandı. Artık belgesel yapanlar değişti, bireysel üretimler daha çok artmaya başladı ve sponsorluk vs. gibi ihtiyaçlara da daha az gereksinim duyulmaya başlandı. Öyle ki insanların cep telefonlarıyla çekip kişisel bilgisayarlarında kurgulayabilecekleri ve doğrudan internet üzerinden yayın yapabilecekleri bir ortam mevcut. Bu da tabi belgeselin türünü, içeriğini, üslubunu ve estetiğini; yönetmenlerin ise yaklaşımını oldukça etkiledi.
Tabi dijitalleşmenin sunmuş olduğu olanaklarla da artık, belgesel film üretimi bildiğimiz anlamda bir üretim süreci olmaktan çıkıyor. Belgeselci giderek neredeyse sadece kendisinin ürettiği değil ama kolektif bir içeriği koordine eden bir rol üstlenmeye başlıyor. Mesela çekim meselesi kolektif yürütülebiliyor. Örneğin yönetmen, sipariş eder gibi herkese bir çağrıda bulunuyor, “Ben bu alanda bir belgesel yapıyorum, bana şu konularda görüntü sağlayabilirsiniz…” şeklinde. Bunlar YouTube gibi bir portalda toplanıyor ve bir belgeselci başkaları tarafından çekilmiş videoları kurgulayarak yeni bir belgesel üretebiliyor. Bu da belgesel filmi ve belgesel filmciyi bir anda yerel ölçeklerin dışına çıkarmış oluyor.
Diğer bir yöntem, yine amatör kişilerin çekmiş oldukları değişik toplumsal olaylara ilişkin videoların YouTube’a yüklemesi ve deyim yerindeyse bir “footage deposu” haline gelen sitenin kullanımıyla yeni filmlerin üretilmesine zemin hazırlanmış olması şeklinde hayat buluyor. Örneğin, Arap Baharı olarak adlandırılan toplumsal olayların peş peşe yaşandığı değişik ülke ve dönemlerde bu olaylara ve gösterilere katılan insanların çekmiş oldukları yüzlerce hatta binlerce saatlik video kayıtları YouTube üzerinden erişilebilir halde. Kimi yönetmenler de bu videoları derleyip toparlayıp Arap Baharı’nı ele alan bir sürü belgesel üretiyorlar. Bunlara “açık alan belgeselleri” diyoruz. Bu durum, film yapım süreçlerini olağanüstü oranda değiştiren bir şey. Çünkü film yapım süreci çekim öncesi, çekim ve çekim sonrası süreçlerinden meydana geliyor. Bir anda bu sözünü ettiğimiz yapım örnekleri ile birlikte çekim süreci tamamen yönetmenin dışında gerçekleşen bir şeye dönüşmüş oluyor. Halihazırda çekilmiş görüntülerden film yapılır hale geliniyor.
Aynı zamanda, yeni süreçte gösterim imkânları da değişiyor. Eskiden ticari sinema salonlarında, festivallerde veya televizyonlarda gösterim imkânı bulan belgesel filmler için şu anda YouTube, Vimeo vb. platformlar eşsiz bir gösterim alanı sunuyor, belgeselciye bir anda dünyaya açılma imkânı tanıyor. Bu anlamda dijitalleşmenin etkisiyle geçtiğimiz yıllarda büyük bir değişim yaşandı. Hem çekim imkânları değişti, hem gösterim imkânları değişti, hem de bahsettiğimiz yeni yapım modelleri ortaya çıkmaya başladı. Dolayısıyla, önümüzdeki yıllarda bu anlamdaki örnekler daha da artacak ve belgesel sinema kendi içinde yeni ve farklı türler üreterek yoluna devam edecektir diyebiliriz.
Peki bütün bu değişim ve dönüşüm süreçleri içerisinde, küresel finansman imkânlarının artmış olmasının ülkemizdeki belgesel film yapım süreçlerinde maddi veya manevi herhangi bir değişime yol açtığını söyleyebilir miyiz?
Küresel finansman imkânlarının artmış olması, belgeselin konusuna, anlatımına, diline ve estetiğine etki eden güçlü bir gelişme olarak ortaya çıktı. Özellikle Avrupa Birliği fonlarından film yapım süreçlerinde destek alınabilmesi, artık belgesel film projelerini ulusal ölçekli olmaktan çıkarıp birkaç ülkede birden gerçekleştirilen ve bunun bir sonucu olarak da bu yeni sürece uygun konuları ve sorunları odağa alan projeler haline getirdi. Ulusal ölçekte Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı, Milli Eğitim Bakanlığı’nı veya TRT’yi ikna etmek durumunda olan belgesel sinemacı, bu yeni denklem içerisinde özellikle 2000’li yıllarla birlikte, Avrupa Birliği komisyonlarınca teşekkül etmiş bir heyete proje sunmak ve onları ikna ederek mevzubahis projeye destek olmalarını sağlamak gibi yeni bir durumla karşı karşıya kaldı. Tabi Kültür Bakanlığı’nı ikna etmekle bir Avrupa Birliği komisyonunu ikna etmek arasında farklar mevcut. Bir anda meseleler değişiyor haliyle. Bu yüzden son yıllarda artık odağa alınan konuların kimlik sorunları, toplumun dezavantajlı kesimleri, daha önce belgesellere konu edilmemiş olan Kürtler, Aleviler, Çingeneler ve gayrimüslimler gibi azınlıkların yaşadıkları sorunlar, geçmişleri, devletle ilişkileri vs. gibi aslında Türkiye’deki yerel finans kaynaklarının destekleyemediği/destekleyemeyeceği birtakım meseleler ve konular olduğu dikkat çekiyor. Çünkü görüldüğü kadarıyla bu minvaldeki konuları odağa alan filmlere Avrupa kanadından destek geliyor. Finans merkezi Avrupa Birliği olunca, onların gündemindeki konular da odağa taşınmak zorunda kalınıyor. Doğru orantılı bir denklem olarak, bu türdeki belgesellere destek verildikçe de aynı türdeki belgesel senaryosu ve yapım çalışmaları, bu çalışmalara istenen destek talepleri vs. hızla artıyor. Belgeselciler Avrupa Birliği kapılarını bu tür dosyalarla çalıyor. Bu duruma karşın, Kültür Bakanlığı’na baktığımız zaman daha çok tarih, kültür, gelenek ve görenek gibi konuların merkeze alındığı bir destekleme programı görüyorduk. Finansman değişince tema da, sorun da değişti.
Buraya kadar, 1950’li yıllardan itibaren ülkemizde belgesel sinemanın üniversitelerle başlayan tarihsel gelişimini, yapım süreçlerini ve finansman meselesini özetlemeye çalıştım. Birkaç cümleyle toparlayacak olursak, belgesel sinemanın kurmaca sinema karşısındaki üvey evlatlık hâli devam etmekte. Bununla birlikte, özellikle teknolojik gelişmelere bağlı olarak belgesel sinema üretimi de hem Türkiye’de hem dünyada giderek artmakta. Peki nasıl artmakta? Yeni birtakım formatlar, yeni birtakım türler ortaya çıkıyor. Dolayısıyla mevcut yeni dijital imkânları kullanan yeni belgeselciler çok daha farklı konular, temalar ve sorunlar üzerine filmler yapıyorlar. Hayatı bir başka açıdan sorgulayabiliyorlar.